13 Mayıs 2012 Pazar

PUSULA YAPIMI


Pusula son derece basit bir alet. Jiroskopik pusulaların tersine manyetik pusulalarda, çok hafif küçük bir mıknatıs, neredeyse sürtünmesiz bir pivot noktası üzerinde durur. Mıknatısa genellikle iğne denir. İğnenin bir ucu "N" ile işaretlenir ve belli bir renkle boyanır, böylelikle kuzeyi gösterdiği belirtilir. Yüzeysel olarak bakıldığında pusulayla ilgili her şey işte bu kadar!




Pusulanın neden çalıştığıysa daha da ilginç. Dünya"nın, içinde koskocaman bir manyetik çubuk barındırdığını düşünelim. Pusulanın kuzey ucunun kuzey kutbunu göstermesi için, Dünya"nın içine gömülü olduğunu varsaydığımız bu koskocaman mıknatıs çubuğun güney ucunun, Kuzey Kutbunu gösteriyor olması gerek (şekilde görüldüğü gibi). 
Dünya"yı böyle düşündüğümüzde, mıknatıslara ilişkin "karşıtlar birbirini çeker" kuralına göre, pusula iğnesinin kuzey ucu, Dünya"nın içine gömülü olduğunu varsaydığımız mıknatıs çubuğunun güney ucunu, böylelikle de kuzeyi gösterecek.

Tam olarak doğrusunu söylemek gerekirse, Dünya"nın içinde gömülü olduğunu varsaydığımız mıknatıs çubuğun, Dünya"nın dönme ekseni boyunca değil de merkezden biraz sapmış olduğunu hatırlayalım. Hemen hemen bütün iyi haritalarda, farklı bölgelerde nasıl bir sapma olduğu gösterilir (çünkü gezegenin neresinde olduğunuza bağlı olarak, bu biraz farklılık gösterir).

Dünya"daki manyetik alan yüzeyde oldukça zayıf. Sonuçta Dünya gezegeninin çapı yaklaşık 8000 mil civarında olduğundan, pusulamızı etkileyecek manyetik alanın uzun bir yol kat etmesi gerekiyor. İşte bu yüzden pusulalarda hafif bir mıknatısa ve sürtünmesiz bir yataklamaya ihtiyaç var. Aksi taktirde Dünya"nın manyetik alanı pusula iğnesini döndürmeye yetmeyecektir.






"Dünya merkezine gömülü büyük bir mıknatıs çubuk" benzetmesi, Dünya"nın niçin manyetik alana sahip olduğunu açıklıyor; ancak gerçekte neler olduğunu anlatmaya yetmiyor. Gerçekte neler oluyor?

Kimse gerçekte neler olduğunu bilmiyor, ancak yürürlükteki kuram, yukarıdaki şekilde de görüldüğü gibi, Dünya"nın merkezinin çoğunlukla erimiş demirden (kıpkırmızı) oluştuğunu düşündürüyor.

Fakat merkezin en orta noktasındaki basınç o denli yüksek ki, süper sıcak demir, kristalize olup katılaşır. Dünya"nın dönüşünün yanı sıra, çekirdekten yayılan ısıyla oluşan dikey hava akımı (konveksiyon), sıvı demirin dönel bir biçimde hareket etmesini sağlar. Sıvı demir tabakadaki bu dönel güçlerin, dönme ekseni etrafında zayıf manyetik güçler yarattığına inanılır.

Dünya"nın manyetik alanı çok zayıf olduğundan, pusula, herhangi bir şeyin yarattığı çok hafif manyetik alanların saptayıcısından başka bir şey değildir.

Mariana Çukuru (Challenger Çukuru)


Mariana Çukuru (Challenger Çukuru), Dünya üzerinde en fazla derinliğe sahip noktadır. Büyük Okyanus’ta, Guam Adası’nın güney batısında, Japonya ve Endonezya arasında, iki ülkeye de hemen hemen eşit mesafede yer alır. Derinliği, yapılan son ölçümlere göre tam olarak 11.033 metredir. Uzunluğu 2.542 kilometre, genişliği ise 69 kilometredir.

Okyanussal nitelikte iki plakanın çarpıştığı sınırda derin çukurlar oluşabilir. Mariana çukuru da, Pasifik Plaka ile Mariana Plakası’nın çarpışması sonucu oluşmuş bir çukurdur ve iki plaka sınırındadır.

Suyun içine atılan 1 kilogram kütleli metalin tabana ulaşması, 1 saat gibi bir süreyi bulmaktadır. Ancak, suyun yoğunluğu, metalin özkütlesi de hesaba katıldığında, tabana ulaşma süresi daha da artabilir ya da azalabilir. Dip noktasındaki basınç ise yeryüzündeki basınca göre yaklaşık 1000 kat daha fazladır.



Mariana Çukuru’nda yaşam belirtileri de bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar, aşırı basınç ve soğuk ortamlarda yaşayabilen birçok mikroorganizma, balık ve yengeç türünü ortaya çıkarmıştır. 300 dereceye ulaşan volkanik püskürmeler ve buradan çıkan sülfürü metabolize edebilen bakteriler buradaki yaşamın temel dayanağını oluşturur. Bu kadar derinde yaşayan balık türlerinin hayatları yüzlerce yılı bulabilmektedir. Buradaki canlıların, çok eski prehistorik dönemlerden bu yana değişime uğramadan kaldığı düşünülmektedir.

23 Ocak 1960′da, İsviçreli bilim adamı Jacques Piccard ile ABD Donanması’ndan Teğmen Donald Walsh, Trieste Batiskapı içinde Mariana Çukuru’na inebilmeyi başaran ilk insanlar olmuşlardır. İlk anda 10.916 metre (35.813 feet)’lik bir derinliğe inildiği hesaplanmış, ancak 1995 yılında yapılan ölçümlerde esas derinliğin 10.911 metre (35,797 feet) olduğu anlaşılmıştır. Derin noktaya iniş yaklaşık 3 saat 15 dakika sürmüş, burada 20 dakikalık bir sürenin ardından tekrar yüzeye çıkılmasıyla toplamda 5 saatlik bir sürede dalış ve yüzeye çıkış tamamlanmıştır.

KITALARIN ADLARI NEDEN HEP A HARFİYLE BAŞLAR???



Kıta adlarının niçin hep A harfi ile başladığı çok merak edilir. Sanki bunun esr...arlı bir sebebi varmış gibi öğrenciler, öğretmenlerine çoğu kez bunu sorarlar; hatta coğrafya kitabı yazanlara mektupla başvuranlar bile olur.

Kıta adları zamanla değişikliklere uğrayarak bugünkü şeklini almıştır. Asya ve Avrupa kelimeleri büyük bir olasılıkla Fenike kökenlidir. İlk Çağın ünlü gemici ve tüccarları, Ege denizinin doğu kıyısındaki bölgeye yani Ege Bölgesine Açu (Asu), batı kıyısındaki bölgeye de Ereb adını vermişlerdi. Bunlardan Açu, Güneşin doğduğu, Ereb ise battığı yön anlamına gelir. Açu kelimesinin, Ege Bölgesinin kuzey kesimindeki bir yörenin tarih öncesi çağlardaki, adı olan Assuvadan türemiş olması da olasıdır. Bu adlardan Açuya da Assuva zamanla Asya, Ereb ise Avrupaya dönüşmüştür. Roma İmparatorluğu döneminde Asya, Ege Bölgesindeki geniş bir idarî birimin adı idi. Zamanla bu adın kapsadığı alan genişledi; bütün Asya Kıtasının adı oldu.

Erebin kapsamı da zamanla batıya doğru genişledi ve o da bir kıtanın adı oldu. Biliyorsunuz, batı dillerinde bu kıtanın adı E harfi ile başlar. Ama Türkçede biz Evrupa değil Avrupa diyoruz. Afrika adına gelince, bu ad sonradan bütün kıtaya verilmiş bir isimdir. İlk Çağda Afrika adı sadece bugün Tunusun bulunduğu bölgeyi kapsıyordu. Kıtanın o zamanlar bilinen bütün kuzey yarısına ise Libya deniyordu. Zamanla Afrika bütün kıtanın, Libya ise bir ülkenin adı hâline geldi.

Amerika adının, Americo Vespucci (Ameriko Vespuçi) isimli bir denizci ve gezginin ilk isminden türediğini herhalde biliyorsunuzdur. Günümüzde Okyanusya adı verilen Avustralya'ya gelince, eski denizciler ve coğrafyacılar, Güney Yarım Kürede büyük bir karanın bulunduğunu sanıyorlardı. Bu karaya da Lâtince La Terra Australis yani "Güney Karası" adını vermişlerdi. Avustralya adı, işte bu ismin sonundaki güney anlamına gelen "australis" sıfatından türemiştir. Antarktika ise Arktika da denilen Kuzey Kutup Bölgesinin karşıtı demek olan yapma bir addır (anti + Arktika).Devamını Gör
Kıta adlarının niçin hep A harfi ile başladığı çok merak edilir. Sanki bunun esrarlı bir sebebi varmış gibi öğrenciler, öğretmenlerine çoğu kez bunu sorarlar; hatta coğrafya kitabı yazanlara mektupla başvuranlar bile olur. Kıta adları zamanla değişikliklere uğrayarak bugünkü şeklini almıştır. Asya ve Avrupa kelimeleri... büyük bir olasılıkla Fenike kökenlidir. İlk Çağın ünlü gemici ve tüccarları, Ege denizinin doğu kıyısındaki bölgeye yani Ege Bölgesine Açu (Asu), batı kıyısındaki bölgeye de Ereb adını vermişlerdi. Bunlardan Açu, Güneşin doğduğu, Ereb ise battığı yön anlamına gelir. Açu kelimesinin, Ege Bölgesinin kuzey kesimindeki bir yörenin tarih öncesi çağlardaki, adı olan Assuvadan türemiş olması da olasıdır. Bu adlardan Açuya da Assuva zamanla Asya, Ereb ise Avrupaya dönüşmüştür. Roma İmparatorluğu döneminde Asya, Ege Bölgesindeki geniş bir idarî birimin adı idi. Zamanla bu adın kapsadığı alan genişledi; bütün Asya Kıtasının adı oldu. Erebin kapsamı da zamanla batıya doğru genişledi ve o da bir kıtanın adı oldu. Biliyorsunuz, batı dillerinde bu kıtanın adı E harfi ile başlar. Ama Türkçede biz Evrupa değil Avrupa diyoruz. Afrika adına gelince, bu ad sonradan bütün kıtaya verilmiş bir isimdir. İlk Çağda Afrika adı sadece bugün Tunusun bulunduğu bölgeyi kapsıyordu. Kıtanın o zamanlar bilinen bütün kuzey yarısına ise Libya deniyordu. Zamanla Afrika bütün kıtanın, Libya ise bir ülkenin adı hâline geldi. Amerika adının, Americo Vespucci (Ameriko Vespuçi) isimli bir denizci ve gezginin ilk isminden türediğini herhalde biliyorsunuzdur. Günümüzde Okyanusya adı verilen Avustralya'ya gelince, eski denizciler ve coğrafyacılar, Güney Yarım Kürede büyük bir karanın bulunduğunu sanıyorlardı. Bu karaya da Lâtince La Terra Australis yani "Güney Karası" adını vermişlerdi. Avustralya adı, işte bu ismin sonundaki güney anlamına gelen "australis" sıfatından türemiştir. Antarktika ise Arktika da denilen Kuzey Kutup Bölgesinin karşıtı demek olan yapma bir addır (anti + Arktika).

YÜZENADA


İşte coğrafya kitaplarına girecek, bulmacalarda karşınıza çıkacak yeni bir kavram: Yüzenada. Kısaca, rüzgara göre yer değiştiren adalara deniyor. Olmaz öyle şey demeyin, Türkiye’den 8’i şimdiden dünya yüzenadalar listesine girdi. İki coğrafya uzmanı, 2002’den beri bu işle uğraşıyor; yörenizde, memleketinizde yüzenadalar varsa Atatürk Üniversitesi’ne bildirin, dünya listesine girsin. Dört tarafı su...larla çevrili kara parçasına ada denir. Peki ya ada sağa-sola kıpraşıyor, durduğu yerde durmuyorsa? O zaman yüzenada. Yolunuz Akşehir, Eber ya da Turnalar Gölü’ne düşerse, siz siz olun oturduğunuz yere, dinlendiğiniz ağaç gölgesine dikkat edin. Çünkü belli olmaz, yer altınızdan kayabilir, daha doğrusu ne olduğunu bile anlamadan kendinizi gölün ortasında bulabilirsiniz.

BİLİNEN YÜZENADALAR

BİNGÖL: Solhan İlçesi, Hazarşah Köyü Turnalar Gölü’nde 3 tane.

ERZURUM: Olur İlçesi, Ormanağazı Köyü Sülük Gölü’nde 1 tane.

ADIYAMAN: Çat Baraj Gölü’nde sular kabarınca yüzenadalar ortaya çıkıyor.

KAYSERİ: Sultansazlığı’ndaki gölcüklerde yüzen sazadaları oluşuyor.

DENİZLİ: Işıklı Gölü’nün değişik kesimlerinde “hopa” denilen adalar.

İÇEL: Gülnar İlçesi, Demirözü Köyü Adalıgöl’e ismini veren ada.

AFYON: Eber Gölü’nde 1 tane.

KONYA: Akşehir Gölü’nde 1 tane.

Coriolis kuvveti




İzlanda'nın güneybatı açıklarında "Soğuk ve alçak basınç" (cold low) alanlarındaki hava hareketlerinin görüntüsü. (4 Eylül 2003). Coriolis kuvvetinin etkisiyle kuzey yarım kürede hava ve rüzgârın hareket yönünün sağına saptırıldığı görülmektedir. 
Coriolis kuvveti, dönen bir platformun merkezinden karşı tarafına yürümeye çalışan biri tarafından anlaşılabilir. Yürümek istediği tarafa doğru dik açıyla itildiğini görür. Benzer şekilde, dönen yer kürenin yüzeyi üzerinde hareket eden hava, kuzey yarım kürede hareket yönünün sağına, güney yarım kürede soluna saptırır. Bu saptırma gücüne coriolis kuvveti denir. Fransız matematik ve fizikçisi, Gustave Gaspard Coriolis (1792-1843) onuruna atfen bu ad verilmiştir.

Coriolis kuvveti nedeniyle rüzgarlar irtifada izobarlara yaklaşık 10° açı ile neredeyse paralel, alçak basınca meyilli eser. Yeryüzünün sürtünme etkisi sonucu rüzgar alçak irtifada daha yavaştır, dolayısıyla coriolis kuvveti de daha zayıftır. Bunun sonucunda rüzgarın izobarlara yaptığı açı denizde yaklaşık 20°, karada da 30°'ye kadar çıkar.


Benzer olay, dünya gibi üç boyutlu dönen bir sisteme nazaran hareket ettiğinde müşahede edilir. Rüzgâr ve okyanus akımlarında bu kuvvetin etkisi görülür. Yörüngelerine dik hareket etme eğilimi gösterirler, bu kuvvetler uzun menzilli füzelerin yörüngelerinin hesaplanmasında önemli rol oynar.

Türkiye Gece Uydu Çekimi



Fotoğrafta gördüğünüz bu ilginç olay halk arasında Manhattanhenge olarak biliniyor. Her yıl ekinoks (Gece ve Gündüz sürelerinin eşit olduğunu dönemlere verilen isim) dönemlerinde Manhattan'ın 42. sokağında gerçekleşen bu olay çeşitli çevre düzenlemeleri sonucunda ortaya çıkmış.Doğu - Batı uzantılı 42. sokakta ekinoks dönemlerinde Güneş ve Ayı doğup batış anları görenleri büyülyecek bir manzarayı ortaya çıkarıyor.